24 Aralık 2012 Pazartesi

Çanakkale Şehitlerine

 Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

Korkuyor


İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.

William Shakespeare

21 Aralık 2012 Cuma

Tiryaki Sözleri

İyiliği yalnız iyiler anlar, fenalığı herkes.

Saadet dağlar gibidir;ses verir ama kımıldamaz, bekler ki sen ona gidesin.

Menfaat sandalyeye benzer. Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir.

Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayan, hizmetçi arıyor demektir.

Yüksek tepelerde hem yılana hem kuşa rastlanır; birisi sürünerek, öteki uçarak yükselmiştir.

Bazı insanlar, birlikte düşmek için birbirine tutunurlar.

Gölgede yaşayanlar, güneşi göremezler.

Yerinde sayanlar, yürüyenlerden ziyade gürültü çıkarırlar.

Doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür.

İnsan için en büyük kuvvet, kendisini olduğu gibi görebilmektir.

Karga,adını değiştirse de, sesinden tanınır.

Kusurumuz ne kadar çoksa,o kadar kusur ararız.

Arzuların,kuvvetinin yetişebil eceği yeri gösterir; hayallerin ise, zaafının yetiştiği yeri...

Haykıran sükutlar vardır ki, ancak Allah işitir.

Seçkinler, beğendikçe alkışlar; halk ise alkışladıkça beğenir.

Hakiki hürriyet, yüksek fikirlere esarettir.

Pahalı başka, kıymetli başkadır.

Yüksek fikirler, yüksek dağlara benzer. Alışık olmayanları ürkütür.

Dimağların da oburu vardır; pek çok yer, pek az hazmeder.

Kötülük kapısını aralık etmeye gelmez, ardına kadar açılır.

Büyük kalpler, büyük binalar gibidir; daima kendilerini gösterirler.

Küçük kapılardan girmeye kendini mecbur bilenler, eğilirler.

Gariptir, yükü çeken manda ses çıkarmaz da kağnı inler.

Nezaket, ister iskarpin giysin ister çarık, bastığı yeri çamurlamaz.

Kalp söze başlayınca akıl sağır olur.

Hisleri ile düşüneni, ancak hisleri ile düşünen anlar.


Cenap Şehabettin

20 Aralık 2012 Perşembe

Elhan-ı Şita


Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş, 
Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi karlar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar…
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu, 
Ey kebûterlerin neşideleri,
O baharın bu işte ferdâsı 
Kapladı bir derin sükûta yeri 
Karlar 
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.
Ey uçarken düşüp ölen kelebek 
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek 
Gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar;
Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze, 
Nâ’şun üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze 
Karlar 
Ki semâdan düşer düşer ağlar
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar; 
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar 
Gibi kar 
Sizi dallarda, lânelerde arar. 
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,

Şimdi boş kaldı serteser yuvalar; 
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân! - 
Son kalan mâi tüyleri kovalar 
Karlar 
Ki havada uçar uçar ağlar.
Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir 
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter... 
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir- 
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler! 
Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! - 
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid…
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek. 
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd! 
Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar 
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar 
Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar 
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar, 
Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân, 
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân 
Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun, 
Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun. 
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök. 
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök: 
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi; 
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi... 

Cenap Şahabettin

15 Aralık 2012 Cumartesi

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine


senin kalbinden sürgün oldum ilkin 
bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği 
bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında 
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim 
af dilemeye geldim affa layık olmasam da 
uzatma dünya sürgünümü benim 
güneşi bahardan koparıp 
aşkın bu en onulmazından koparıp 
bir tuz bulutu gibi 
savuran yüreğime 
ah uzatma dünya sürgünümü benim 
nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil 
ayaklarımdan belli 
lambalar eğri 
aynalar akrep meleği 
zaman çarpılmış atın son hayali 
ev miras değil mirasın hayaleti 
ey gönlümün doğurduğu 
büyüttüğü emzirdiği 
kuş tüyünden 
ve kuş sütünden 
geceler ve gündüzlerde 
insanlığa anıt gibi yükselttiği 
sevgili 
en sevgili 
ey sevgili 
uzatma dünya sürgünümü benim 

bütün şiirlerde söylediğim sensin 
suna dedimse sen leyla dedimse sensin 
seni saklamak için görüntülerinden faydalandım salome'nin belkıs'ın 
boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin 
kuşlar uçar senin gönlünü taklit için 
ellerinden devşirir bahar çiçeklerini 
deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini 
ey gönüllerin en yumuşağı en derini 
sevgili 
en sevgili 
ey sevgili 
uzatma dünya sürgünümü benim 

yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta 
yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında 
çatı katlarında bodrum katlarında 
gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba 
hep kanlıca'da emirgan'da 
kandilli'nin kurşuni şafaklarında 
seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında 
şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında 
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim 
af dilemeye geldim affa layık olmasam da 
ey çağdaş kudüs (meryem) 
ey sırrını gönlünde taşıyan mısır (züleyha) 
ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi 
sevgili 
en sevgili 
ey sevgili 
uzatma dünya sürgünümü benim 

dağların yıkılışını gördüm bir venüs bardağında 
köle gibi satıldım pazarlar pazarında 
güneşin sarardığını gördüm konstantin duvarında 
senin hayallerinle yandım düşlerin civarında 
gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında 
ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda 
verilmemiş hesapların korkusuyla 
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim 
af dilemeye geldim affa layık olmasam da 
sevgili 
en sevgili 
ey sevgili 
uzatma dünya sürgünümü benim 

ülkendeki kuşlardan ne haber vardır 
mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır 
aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır 
yoktan da vardan da ötede bir var vardır 
hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır 
o şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır 
sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır 
ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır 
gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır 
yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır 
yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır 
sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır 
göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır 
sendan ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır 
sevgili 
en sevgili 
ey sevgili

Sezai Karakoç


29 Kasım 2012 Perşembe

Çocuktum

Çocuktum
Hep kardan adamlar süslerdi düşlerimi
Büyüdüm
Hep kandan adamlar oydular yüreğimi

Çocuktum
Hep ölümsüz aşkları okurdum masallarda
Büyüdüm
Ne aşklar satıldı o körkütük masalarda

Çocuktum
Şerefti itibardı bütün kapıları açan anahtar
Büyüdüm
Hiçbir güç tanımadım para kadar

Çocuktum
Saçlarından yakalardım ümitleri
Büyüdüm
Ezberledim bütün ihanetleri

Çocuktum
Yaşam bir yağmur gibi düşerdi avuçlarıma
Büyüdüm
Şimdi hep çocukluğum geliyor aklıma

Sakın
Sen büyüme çocuk!

Ahmet Selçuk İlkan

And Olsun Şart Olsun

Ben
Böyle
Taşların,
Çukurların
İçinde
Kalmışsam,
Yalnızsam,
Hor
Görülmüşsem,
Arkasızsam
Ve
Böyleyse
Bahtı
Siyahım...

Yemin
Kasem
Olsun
Ve
And
Olsun,
Şart
Olsun
Yerde
Kalmaz
Ahım.

Enver Gökçe

27 Kasım 2012 Salı

OTUZBEŞ YAŞYaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Yazar : CAHİT SITKI TARANCI

26 Kasım 2012 Pazartesi

Eskidendi, Çok Eskiden


Hani erken inerdi karanlik,
Hani yagmur yagardi inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işiklar yanardi evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkilar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençligimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yildizlar eski
Hatiralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.

Murathan Mungan

Aşık Sümmani



Ervah-ı ezelde levh-i kalemde
Şu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devr-i alemde
Bir günümü yüz bin zara yazmışlar

Arif bilir aşk ehlinin halini
Kaldırır gönlünden kil-ü ka’lini
Herkes dosta vermiş arzuhalini
Benimkini ürüzgara yazmışlar

Olaydım onlara ikbal-i yaver
El etse sevdiğim acep el ne der
Bilmem tecelli mi yoksa ki kader
Beni bir vefasız yare yazmışlar

Döner mi kavlinden sıtk-ı sadıklar
Dost ile dost olur bağrı yanıklar
Aşk kaydına geçti bunca aşıklar
Sümmani’yi bir kenara yazmışlar


Yöre : Erzurum/ Narman (Aşık Sümmani’den)

Ervah-ı Ezel : Ruhlar Yaratılmadan Önce

Levh-i Kalem: Yaradanın Olmuş ve Olacakları Yazmış Olması
Kıvl : Karar, Yargı
Kavil : Sözleşme, Anlaşma
Kıll-ü Ka’lini : Dedikodu vesvese
Arz-u Hal : Dilekler, Beklenti




24 Kasım 2012 Cumartesi

İstanbul Düşman İstilası Altında İken Çamlıca'da


Hey Çamlıca mehtâbı ne olmuş sana öyle?.. 
Küskün duruyorsun.
Bir şey kuruyorsun.
Seyrinle ıyan et bana, ilhâm ile söyle:
Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet?..
Anlat; bu tahavvül neye etmekte delâlet.
Vaktiyle ederken bu havâliyi zılâlin
Bir sâha-i nilî.
Ey neyyir-i leylî,
Matem döküyor arza bugün bedr ü hilâlin
Bir şeb ki, zîrinde küsûfun,
Seyrangehi olmakda tuyûfun.
Mâzîden esip gelmede bir nevha-i vâveyl..
Bir âh-ı müebbed.
Hangi güneşin mâtemidir zulmetin ey leyl,
Ey şi’r-i muakkad
Yıldızlar olur bence meâlin gibi nâ-yab
Atîde görünmezse o mâzideki mehtâb
Olmazdı sabahın da yarın gülmeye meyli
Pîşinde bu dîdar-ı mahûfun.
Kartallara baktım düşüyorlar yere bi-ta’b;
Oldum sanıyordum Melekü’l Mevt ile hem-hâb.

Abdulhak Hamit Tarhan

23 Kasım 2012 Cuma

Vezn-i Aher


vezn-i aher ; şiiri okuduğunuzda soldan sağa ve yukarıdan aşağıya aynı dizeler çıkıyor. bulmaca gibi.

yavuz sultan selim'in şah ismail'e söyleyerek kaynaklara göre ilk örneğini verdiği şiir :

sanma şâhım    /herkesi sen           /sadıkâne        /yâr olur
herkesi sen     /dost mu sandın     /belki ol          /ağyâr olur.
sadıkâne        /belki ol                /âlemde          /serdâr olur
yâr olur         /ağyâr olur           /serdâr olur     /dîldâr olur...

 ayrıca Sagopa kajmer'in gölge haramileri adlı parçasının son kısmında geçer.

sadıkâne: sadık olana yaraşır biçimde, sadıkça.
ağyâr: 'yabancılar', 'rakipler' manasına gelse de yar dışında kalan her şey manasına da geldiği olur. yâr ile ilgisi olmayan her şey ağyardır.
serdâr: kumandan.
dildâr: sevgili, maşuk.
bir örneği daha :

bir tohum saç  / yüreğine       / belki bir gün / dal olur.
yüreğine        / sevda düşer / hak aşkıyla   / tutuşur.
belki bir gün / hak aşkıyla   / bülbül bile    / lal olur.
dal olur       / tutuşur         / lal olur         / kızışır.

Yavuz Sultan Selim